Bana geriye tek şey kalıyor: Dil. Bu bir sıfır felsefedir. Ve buna uygun olarak bir çıkış noktası geliştiriyorum: Sosyolojik ve dinsel önermeleri yaşamımdan uzaklaştırırken, aynı zamanda sabitleştirmeden yaşamıma uyarlayabilmek. Sıfır felsefe yaşamın temeli olarak algılanmaktadır bu durumda. Nasıl sıfır rakamı olmadan matematik olamazsa, felsefi bağlamda da bir temel öğe olmadan yaşanılamaz. Benim temel ögem dildir. Felsefi olarak baktığımızda her insanın temel öğesi dildir. Ancak insanların büyük çoğunluğu dilden daha çok sosyolojik ve dinsel önermelerle beslenmektedirler. Türkçe bilen insan aslında çok şanslıdır bunu anlamakta. Türkçenin nötr olması bağımsız düşünce hazinesini çeşitli boyutlarda zenginleştirecek özelliğe sahiptir. Ancak ne var ki burada ana faktör şu: İnsan mı dilin sahibi yoksa dil mi insanın sahibidir?
Elbette dil insanın temelidir, dil insanın kendisidir. İnsanın şanssızlığı kendini dilin egemenliğine kaptırmasıdır. Sözcükler vardır ki insana hükmeder, insanı hapseder. İşte burada sosyoloji ve dinler devreye girmiştir. Oysa ben dil üzerinden kendimi ifade ediyorum, Türkçe dili ile düşünüyor ve Türkçe dili ile konuşmaktayım. Dil (konuştuğum ve düşündüğüm dil: Türkçe) benim evim, benim sarayım, benim hazinemdir. Ama Türkçü olmam için hiçbir neden göremiyorum. Diğer taraftan kendini sosyolojik ve dinsel açıdan ifade edenler Türkçü, Kürtçü, İslamcı ve binlerce yapay kimliklerin tuzağında körelmektedirler. Bu yüzdendir ki kendi aralarında barış sağlayamamaktadırlar. Sosyolojik bir temeli olan “Türkiyeli” kavramı çeşitli milliyetlerin ve halkların kimliklerini yansıtmaktadır. Neye yarar ki? Kimlikler benim ilgim kapsamında değildir. “Türkiyeli” kavramında milliyetler ve hatta milliyetçilikler saklıdır. “Türkiyeli” olmak bir dil karakterini çağrıştırmıyor, milliyetlere ve halklara özgüdür. Yürüttüğüm aklın mantıklı sonucu şudur: Ben “Türküm” yerine ben “Türkçeyim” ifadesi ne demek istediğimi tam olarak açıklamaktadır.
Türkçeden haz almamın nedeni Türkçe dilin karakterinden kaynaklanıyor. Türkçe sadece edebiyata değil, aynı zamanda felsefeye de temel olabilen bir dildir. Ancak Türkçe konuşanlar eskiden beri kısır ve tek taraflı bir eğitim sisteminden geçtikleri için sosyolojik ve dinsel önermeleri kıramayıp onların egemenliğinde kekelediler; hiçbir zaman dillenemediler. İşte bu nedenle de dünyaya örnek olabilecek Türkçe felsefeci yok.
Nietzsche katı ve ataerkil Almancaya karşı beslediği antipatiden dolayıdır ki, bütün kalıpları kırabilmiş ve yepyeni bir Almanca yaratabilmiştir. Almancayı hapsolduğu bünyeden kurtarmıştır. Nietzsche tek değildir bu konuda: Wittgenstein, Stirner, Heidegger ve başkaları. Heidegger özel bir konuma sahiptir. “Dil insanın evidir” diyen bu filozof Almancanın ataerkil zincirlerini sadece bir yerden başka bir yere taşımıştır. Almancayı yöreselleştirmiştir. Ataerkil yapıyı kırmak için yüzlerce katı örgüleri ne kadar kemirmeye çalıştıysa da, doğduğu kasabanın dilini dünyanın merkezi ilan etmekle yöresel Almancacı olmaktan öteye gidemedi.
Türkçe çok daha sade ve önyargılardan bağımsız bir dildir. Türkçe özgür bir dildir. Bu özgür yapıyı korumak ve daha da zenginleştirmek için yepyeni bir eğitim sistemi inşa etmek gerekir. Ne var ki, siyasal iktidarların uyguladığı sistem bunun tam tersini gerçekleştirmekle birlikte Türkçenin özgürlüğünü zedeleyecek bir içerik taşımaktadır. Türkçenin özgür ve özgün filozoflara gereksinimi var, dinsel ve ideolojik önermelere değil.
H. İbrahim Türkdoğan