Kendin olmak, ruhun şekilsiz ve koşulsuz bir hal almasıdır. Ruh, kayıtsızlık içinde uçarken, nesnelere çarpan “varoluş” kendine kaçacak delik arar. Gerçek, bu kendinden geçiş esnasında kulağına fısıldanır: Ben “tek” im!
Bu şey nadiren gerçekleşir, bu yüzden bir nimet ve varoluşa edilmiş küfür gibidir. Yokluk, hem bir arayışın hem de bir farkındalığın eseridir. Gerçek, bu ikilinin sevişmesinden kopar. Bu makinede “yok-luk” bir işlevi daha üstlenir; varlığı yadsımak ve varlığın hamlığını ispatlamak…
Kendine varmak. Asıl mesele bu. Özün ne olmadığını hissedip, bunu ruha yavaş yavaş enjekte etmek. Bu andan itibaren makinenin adı değişir ve canavar olur çünkü doğru ve yanlış ters yüz edilir. Bu, insanın en büyük özlemidir ve ona açtır. Bu açlığın farkına varmak, büyük bir hırs ve arzu işidir. Hırs ve arzu, iki tanrısal makinedir.
Kendine yürümek ya da eve dönüş… Aslında bir transformasyonu ifade eder. Metafizik alana dalan ruh, kendi iyiliği ve faydası yönünde sürekli bir arayıştadır. İtici güç insanın kendisindendir, yani “tanrısal öz” taşıyan hiçlikten… Evrim bu yüzden kaynaktır, evrim insandır, gereklidir. Ruhun besinidir.
Ruh her kopuşta bir tecrübe edinir. Her tecrübe bu yolculukta acıyı çağırır. Diğer bir kaynak acıdır. İşte bu yüzden;
Hiçlik, tadılması en zor ve en estetik yolculuktur.
Can Murat Demir