Okumak ya da yazmak her ikisi de ortak kanallardan beslenir: Merak ve Yaratma endişesi. Belki de hayatın içindeki en insani iki doğal dürtü. Aynı zamanda hayatın yeniden tasarlanması ve kurgulanması aşamasında kendisini ön plana çıkaran iki unsur. Ancak bu iki görevdeş unsurun arasında garip bir ilişki vardır. Karşılıklı etkileşim ve birbirine muhtaç olma durumu gibi… Bahsedilen iki durumun tepkimesi de ürünü ortaya çıkartır. Hayat dediğimiz şeyden estetik anlamda zevk almamızı sağlayan iki bileşendir bunlar aslında.
Bir diğer unsur olarak okuma, bireysel bir ihtiyaç üzerine kurulması ve çalışması, yazmanın ise kişisel gayretten sıyrılmanın yolunda ilerlemenin işaretlerini taşımasıdır. Demek oluyor ki yazmak artık dış dünyaya karşı yapılan bir tasarruf olarak şekillenirken, okumak sadece bireysel hazlardan yola çıkar. Biri daha tekil bir zaferi ifade ederken diğeri kendini ispatlamaya çalışan bir savaşçı gibidir. Şimdi gelin yazmanın kalitesini ve zenginliğini belirleyen düşünme safhasını biraz açalım.
Evet; bir geçiş dönemi ve dönek bir süreci ifade eden düşünme safhasını da hesaba katmalıyız. Çünkü biraz daha soyut ve metafizik öğeler barındıran bir analiz şeklidir. Ve felsefi kaygılarla bezenen üstün bir geçiş dönemini tanımladığından, burada bahsetmeden geçemeyiz. Durağanlığı hazmedemeyen yapısıyla birlikte eser yaratılma öncesinde bilgiyi damıtma babında bir işlevi üstelenen düşünme fenomeni, ürünü zenginleştiren yapısıyla kesinlikle olması gereken bir ayrıntıdır. Sanatsal bir üslup oluşturulması için gerekli olan bir elamandır. Oluşturulan eserin asıl itibariyle ruhunu barındıran bir yapı sunar bize. Sanat eserlerinde göze çarpan en çarpıcı zevk bu sancılı dönemin ürünüdür. Düşünmenin bir ara dönemden ziyade bir kilit süreci ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Okuma ve yazma edimleri tam bir eylemsellik barındırır. Ancak bahsi geçen düşünme süreci bir eylemsellikten daha çok metafizik bir aşamayı işaret eder. Bu fikri devinime biz eserin ruhunu oluşturan omurgasını teşkil eden akli melekelerin aktivitesi de diyebiliriz. Bu zihni hareket, ipuçlarının, kaygıların, tasarımların, vurguların öne çıktığı işlevsel bir altyapı olarak iş görür. Sanat eserinin vasat ürünlerden farkını belirleyen kıstas da budur zaten. Derinlik ve yaratıcılık bu sürecin ne kadar iyi işlediğiyle alakalıdır.
Netice de okuma bir başlangıcı, düşünme neyle sonuçlanacağını, yazma ise bu zihinsel işlevlerin hataya geçirilmesini ifade eder diyebiliriz. Tüm bu enstrümanlar bize bir makinenin dişlilerini hatırlatmaktadır sanki.
Hayat Makinesinin Dişlilerini…
Can Murat Demir